Parasızdım. Beş
parasızdım ve “çok önemli” işler yapmaya çalışıyordum. Üç kuruş para kazanayım
ve yokluktan sattığım fotoğraf makinemin yerine yenisini alayım diye yılların
psikolojik baskı birikimini yeniden göze aldığım bir işe gidecektim. Bir türlü ödenmeyen ücretlerimi beklemekten sinirlerimle düşük yoğunluklu harp yaşıyordum. Cebimden çıkan
bir buçuk liraya sevgilimden istediğim dört lirayı da ekleyerek Kartal-İzmit
otobüsünün parasını denkleştirdikten sonra sıra boşalan akbilime çare bulmaya gelmişti. Gözüm
ve aklım kitaplıktaki kumbara niyetine kullanılan ve içine ufak tefek hatıra
minvalinde eşyaların konduğu kristal görünümlü cam şekerlikteydi. Acaba içindeki
beş, on ve yirmi beş kuruşların toplamı yetecekmiydi? Kristal görünümlü cam
şekerliğe davrandım, elimle ağırlığını tarttım, umudum arttı. Bir günden fazla
düzenli kalmayan çalışma masamın üzerindekileri elimle iterek bir boşluk
açtım. Şekerlikteki paraları döktüm. Önce onluklar: on, yirmi, otuz, kırk,
elli, altmış, yetmiş... ilk bir liram tamamlanmıştı ve sayacak epey bozukluk
vardı. Tekrar: on, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış... ikinci liram. Sıra beş
kuruşlara geldi, zira çok fazla onluk kalmadı. Beş, on, onbeş, yirmi, yirmibeş,
otuz... üçüncü liram, derken dört lirayı çıkarmıştım ve hala bir kaç bozukluk
kalmıştı. Aklım bir yandan acaba rıhtımdaki büfeci dört lirayı yüklermi diye
düşünürken bir yandan kalan tek bozuklukların hesabını yapmaktaydı. Sayılmış altmış
kadar bozukluğu avcuma doldurduktan sonra bir çırpıda arka cebime attım. Evden çıkmadan
unuttuğum bir şey varmı diye bakınırken onu gördüm. Bir gün önceki “çok önemli”
şeylerin konuşulduğu panelden çok acıkmış ve saniyelerle vapuru kaçırmış
olmanın sıkkınlığı ile eve dönerken uğradığım marketten aldığım iki hazır çorba
ve bir ekmekten arta kalan bozukluklar oracıkta, sehpanın üzerinde duruyordu. Hemen
saydım. Yirmibeş, otuzbeş, kırkbeş, elli, altmış. Kristal görünümlü cam
şekerlik kumbaramdan arta kalan bozukluklarla birlikte beş liram tamamlandı. Şimdi
daha umut doluyuydum. Akbilimi dolduracak, işe gidecek, para kazanacak, “çok
önemli” işler yapacaktım. Ceplerimi son kez kontrol ettim. Telefon, cüzdan,
anahtar, çakmak, tütünlük, kulaklıklar, güneş gözlüğü ve akbil.. Sevgilime ben
gidiyorum deyip zoraki bir öpücük aldım. Dünden bozuktu bana. Gereksiz uzayan
bir merakın kurbanı olmuştuk. Ayakkabımı giydim, kapıyı çektim. Sokakta hayat
vardı. Hızlı ve kararlı adımlarla rıhtıma yöneldim. Önce ilk büfeyi gözüme
kestirdim. Benden önce gelen bir müşteri gazeteleri karıştırıyordu. Henüz bir
kaç metre kalmışken bir diğeri akbil yükleniyormu diye sordu. Yoktu. Hemen yandakine
seyirttim. Vardı. Mutlulukla akbilimi büfeciye uzattım. Büfeci... ne garip bir
meslek tanımı. -Beş lira lütfen.- Büfeci akbilime para yüklerken içimdeki sevinç
dilime yansıdı, ona bir iyilik yapmak istedim. -Sana bir sürü bozukluk
vereceğim.- Zaten bu koşullarda pek de alternatifim yoktu. Sol elimi cebime
attım, bozuklukların büyük kısmını avcuma doldurdum, tezgahtaki mizah
dergilerinin üzerine döktüm. Dergilerin bu haftaki kapakları çok güzel. İkinci kez.
Çok dikkatli davranıyordum. Tek bir bozukluğun dahi düşüp kaybolmasını göze
alamazdım. Gizli bir mutlulukla büfeciye baktım. Bakıştık. -Bu kadar bozukluk
vereceğini bilseydim yüklemezdim, kim sayacak bu kadar parayı?- Tüm iyi
düşüncelerim gitmişti. Nasıl olurdu, o bir büfeciydi, bir esnaftı, esnafa
bozukluk her zaman lazımdı. Neredeydi o tüm para verdiğimizde bozuk yokmu
diyen, bozuk verdiğimizdeyse hiçbir şey demese de mutlu olduğu sanılan
esnaflık. Gözlerimi büfeciden ayırdım. -Size lazım olur sanmıştım!- Oralı
olmadı. Elinde altmış kadar bozuklukla yanında çalışan adama seslendi. –Bunları
say!- Önümdeki mizah dergilerinin üzerinde duran akbilime elim gitmedi, ama onu
almak zorundaydım. Mahcup ve kızgın bir şekilde büfenin önünde beklemeye
başladım. Büfecinin yanında çalışan adam bozuklukları sayıyordu. –Burası tamam!-
Yürüdüm. Büfecinin bu tavrına canım sıkılmıştı. Hava açıktı ve öğlen güneşi
tepeden vuruyordu. Gözlerim yüksek ışıktan çok etkileniyordu. Güneş
gözlüklerimi taktım. Metronun merdivenlerine ulaştığımda bozukluklar ve
büfeciyi aklımdan çıkarabilmiştim. Umudumu öyle hemen yitiremezdim. Yürüyen merdivenlere
sağ adımımı attım ve vücudumun ağırlığını bıraktım. Yürüyen merdivenlere beni
umut dolu başka bir yola götürdüğü için şükranla baktım. Artık herşey daha
iyiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder