15 Nisan 2014 Salı

1.



Parasızdım. Beş parasızdım ve “çok önemli” işler yapmaya çalışıyordum. Üç kuruş para kazanayım ve yokluktan sattığım fotoğraf makinemin yerine yenisini alayım diye yılların psikolojik baskı birikimini yeniden göze aldığım bir işe gidecektim. Bir türlü ödenmeyen ücretlerimi beklemekten sinirlerimle düşük yoğunluklu harp yaşıyordum. Cebimden çıkan bir buçuk liraya sevgilimden istediğim dört lirayı da ekleyerek Kartal-İzmit otobüsünün parasını denkleştirdikten sonra sıra boşalan akbilime çare bulmaya gelmişti. Gözüm ve aklım kitaplıktaki kumbara niyetine kullanılan ve içine ufak tefek hatıra minvalinde eşyaların konduğu kristal görünümlü cam şekerlikteydi. Acaba içindeki beş, on ve yirmi beş kuruşların toplamı yetecekmiydi? Kristal görünümlü cam şekerliğe davrandım, elimle ağırlığını tarttım, umudum arttı. Bir günden fazla düzenli kalmayan çalışma masamın üzerindekileri elimle iterek bir boşluk açtım. Şekerlikteki paraları döktüm. Önce onluklar: on, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş... ilk bir liram tamamlanmıştı ve sayacak epey bozukluk vardı. Tekrar: on, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış... ikinci liram. Sıra beş kuruşlara geldi, zira çok fazla onluk kalmadı. Beş, on, onbeş, yirmi, yirmibeş, otuz... üçüncü liram, derken dört lirayı çıkarmıştım ve hala bir kaç bozukluk kalmıştı. Aklım bir yandan acaba rıhtımdaki büfeci dört lirayı yüklermi diye düşünürken bir yandan kalan tek bozuklukların hesabını yapmaktaydı. Sayılmış altmış kadar bozukluğu avcuma doldurduktan sonra bir çırpıda arka cebime attım. Evden çıkmadan unuttuğum bir şey varmı diye bakınırken onu gördüm. Bir gün önceki “çok önemli” şeylerin konuşulduğu panelden çok acıkmış ve saniyelerle vapuru kaçırmış olmanın sıkkınlığı ile eve dönerken uğradığım marketten aldığım iki hazır çorba ve bir ekmekten arta kalan bozukluklar oracıkta, sehpanın üzerinde duruyordu. Hemen saydım. Yirmibeş, otuzbeş, kırkbeş, elli, altmış. Kristal görünümlü cam şekerlik kumbaramdan arta kalan bozukluklarla birlikte beş liram tamamlandı. Şimdi daha umut doluyuydum. Akbilimi dolduracak, işe gidecek, para kazanacak, “çok önemli” işler yapacaktım. Ceplerimi son kez kontrol ettim. Telefon, cüzdan, anahtar, çakmak, tütünlük, kulaklıklar, güneş gözlüğü ve akbil.. Sevgilime ben gidiyorum deyip zoraki bir öpücük aldım. Dünden bozuktu bana. Gereksiz uzayan bir merakın kurbanı olmuştuk. Ayakkabımı giydim, kapıyı çektim. Sokakta hayat vardı. Hızlı ve kararlı adımlarla rıhtıma yöneldim. Önce ilk büfeyi gözüme kestirdim. Benden önce gelen bir müşteri gazeteleri karıştırıyordu. Henüz bir kaç metre kalmışken bir diğeri akbil yükleniyormu diye sordu. Yoktu. Hemen yandakine seyirttim. Vardı. Mutlulukla akbilimi büfeciye uzattım. Büfeci... ne garip bir meslek tanımı. -Beş lira lütfen.- Büfeci akbilime para yüklerken içimdeki sevinç dilime yansıdı, ona bir iyilik yapmak istedim. -Sana bir sürü bozukluk vereceğim.- Zaten bu koşullarda pek de alternatifim yoktu. Sol elimi cebime attım, bozuklukların büyük kısmını avcuma doldurdum, tezgahtaki mizah dergilerinin üzerine döktüm. Dergilerin bu haftaki kapakları çok güzel. İkinci kez. Çok dikkatli davranıyordum. Tek bir bozukluğun dahi düşüp kaybolmasını göze alamazdım. Gizli bir mutlulukla büfeciye baktım. Bakıştık. -Bu kadar bozukluk vereceğini bilseydim yüklemezdim, kim sayacak bu kadar parayı?- Tüm iyi düşüncelerim gitmişti. Nasıl olurdu, o bir büfeciydi, bir esnaftı, esnafa bozukluk her zaman lazımdı. Neredeydi o tüm para verdiğimizde bozuk yokmu diyen, bozuk verdiğimizdeyse hiçbir şey demese de mutlu olduğu sanılan esnaflık. Gözlerimi büfeciden ayırdım. -Size lazım olur sanmıştım!- Oralı olmadı. Elinde altmış kadar bozuklukla yanında çalışan adama seslendi. –Bunları say!- Önümdeki mizah dergilerinin üzerinde duran akbilime elim gitmedi, ama onu almak zorundaydım. Mahcup ve kızgın bir şekilde büfenin önünde beklemeye başladım. Büfecinin yanında çalışan adam bozuklukları sayıyordu. –Burası tamam!- Yürüdüm. Büfecinin bu tavrına canım sıkılmıştı. Hava açıktı ve öğlen güneşi tepeden vuruyordu. Gözlerim yüksek ışıktan çok etkileniyordu. Güneş gözlüklerimi taktım. Metronun merdivenlerine ulaştığımda bozukluklar ve büfeciyi aklımdan çıkarabilmiştim. Umudumu öyle hemen yitiremezdim. Yürüyen merdivenlere sağ adımımı attım ve vücudumun ağırlığını bıraktım. Yürüyen merdivenlere beni umut dolu başka bir yola götürdüğü için şükranla baktım. Artık herşey daha iyiydi.